Aslında herhangi bir düşünce, ideoloji, davâ, siyâsî veya fikrî hareket başarıya ulaştığı zaman, nifâk ortaya çıkmaya başlar.
Tarih açısından da bilindiği üzere Hz. Pey¬gamber (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde nifâk, Müslümanların değişik sıkıntılara maruz kaldıkları ve son derece zayıf ve korumasız oldukları Mekke’de değil, Medine’de ortaya çıkmaya başlamış6 ve toplumu derinden etkiler hale gelmişti. Zira Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ilk müslümanlar, Mekke’de herhangi bir güç ve otoriteye sahip değillerdi.
Müslüman olmak, maddî açıdan bir avantaj sağlamadığı gibi, tersine zor da bir işti. O zamanda Müslüman olmak demek, herkesi hattâ en yakınları bile karşısına almak demekti. Evet gücü elinde bulunduran Mekke’nin önde gelenleri, hem Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) açıktan karşı duruyor, tehditler savuruyor, hakaretler ediyorlardı, hem de oldukça acımasız bir şekilde özellikle de zayıf ve korumasız Müslümanlara akla hayale gelmedik işkenceler yapıyorlardı.
Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye hicretiyle şartlar yavaş yavaş değişmeye başladı. Henüz hicret etmeden Medine’de kendisine Evs ve Hazreç gibi güçlü destekçiler buldu. Müslümanlar orada yeterli bir desteğe kavuşmadan ve bu konuda onlardan tam emin olmadan topyekün bir hicrete teşebbüs etmedi. Şartlar oluşunca ve Allah Teâla’dan hicretle ilgili izin de çıkınca merkez Medine oldu. Bu arada aynı şehirde bulunan bir kısım kimseler ya cehâlet ve ahmaklıklarından, ya kin, öfke ve inatlarından ya da henüz müslümanları ve Resûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün hüviyetiyle tanıyamadıklarından inanmıyorlardı.
Hattâ bunlardan bir kısmı, Resûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye gelmesiyle, otorite ve iktidarlarının önüne geçildiğini düşündüler. Ancak bu kimselerin, herkesin gönülden bağlandığı ve sevdiği Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem), muhâcir ve ensârdan meydana gelen ve önemli bir güç haline gelen Müslümanlara açıktan düşmanlıklarını ve İslâm’ı inkârlarını göstermeleri kolay değildi.
İslâm’ın gün geçtikçe yayıldığını ve güçlendiğini gören ve her gün kendilerinden olan kimselerin azaldığına şâhit olan bu karanlık düşünceli insanlar, sinsi sinsi düşmanlığa başladılar. Ancak bu düşmanlıkları da, gizliden gizliye yapıyor, dış görünüşleri itibariyle inanmış gibi gözüküyorlardı. İşte bu insanlar, daha baştan Müslümanlara hep kötülük düşünmüş ve Resûlullâh’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) da en büyük düşman görmüş münafıklardan başkası değildi.