Mazlum, bütün haklarını dünyada alamayabilir. Hatta bundan dolayı mazlum “İddia edildiği gibi zalimler cezalandırılmıyor!” yanılgısına kapılabilir. Halbuki çok hassas bir teraziye sahip ilahi adalet, bu alemde değilse bile mahkeme-i kübrada mutlaka tecelli edecektir.
Mazluma hem sabır ve dualarının karşılığı hem de uğradığı gadirlerin mükafatı kat kat verilecektir.
Allah Resûlü, -hesap günü mazlumlar, mutlaka yakasına yapışacağı ve hakkını alacağı için- zalime, ölmeden önce mazlum ile “helalleşme çağrısı” yapmıştır: “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu ya da malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır ve hak sahibine verilir. Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir.”
Zulüm ve haksızlık o kadar hassas bir meseledir ki Allah Resûlü, bu istikamette kendisi de ruhunun ufkuna yürümeden az önce ashabını son kez toplatmış; Hz. Ali ve Fadl İbn-i Abbas’a dayanarak zor ayağa kalkmış ve güçlükle mescidine gidip minbere oturmuştu. Ardından Allah’a hamd u senada bulunmuş ve ashabına şöyle hitap etmişti:
“Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yakındır. Sizden birisine vurmuşsam işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin hakkını alsın! Sakın hak sahibi, kısas talebinde bulunursam, ‘Resûlüllah bana darılır’ diye düşünmesin! Bilmelisiniz ki Benden hakkını isteyene darılmak, Benim ahlakımda yoktur. Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip Benden onu isteyen ya da gelip onu helal eden kimsedir. Ben Rabbim’in huzuruna üzerimde hiç kimsenin hakkı olmadan varmak istiyorum.”